7 YAŞINDAKİ MİNİK ÇOCUĞUN ÖLMEDEN ÖNCEKİ MEKTUBU

Adım Ivan ve 7 yaşındayım. Annemi ve babamı çok sevsem de onlardan korkuyorum. Beni hep dövüyorlar. Nedenini ise bilmiyorum. Bu sabah uyanıp okula gittim. İyi bir öğrenciyim ve öğretmenlerim beni seviyor. Sınıf arkadaşlarımı da seviyorum ama hiç arkadaşım yok. Bu yüzden teneffüslerde hep sınıfta kalıyorum. Kimse benimle oynamak istemiyor. Arkadaş edinmeye çalıştım ama benim pis olduğumu söyleyip arkadaş olmak istemediler. Her gün aynı yırtık pırtık pantolonu, tişörtü ve ayakkabıları giydiğim için bana gülüyorlar. Bir gün okul çıkışı uzun süredir orada duran ceketi çaldım. Kimsenin değil gibiydi. Kar yağarken eve gittim. Rüzgâr da esiyordu. Hem kar yağıp hem de rüzgâr eserken yürümek çok zor oluyor. Birden yere düştüm. Biri üzerime atladı ve ‘Seni kimse sevmiyor aptal çocuk!’ dedi. Önce sırtıma sonra da karnıma tekme attı. Sonra beni orada bırakarak kaçtı. Ağladım. Üşüdüğümden veya canım acıdığından değil. Tek bir arkadaşım bile olmadığı için ağladım. Eve gelir gelmez annem saçımdan çekti. “Neredesin sen? Üstün niye kirli? Sana yemek falan yok. Odana gir ve ben diyene kadar çıkma” dedi. Annemin dediği gibi yaptım ve odama gittim. Ertesi gün de odamdan çıkmadım. Hem çok acıktım hem de çok üşüdüm. Notlarım giderek düştü. Babama her haber verdiklerinde beni dövdü. Bir kere öyle dövdü ki işaret parmağımı hareket ettirememeye başladım. Ondan sonra işaret parmağımı hiç hareket ettiremedim ve benimle daha da dalga geçtiler. Aradan uzun süre geçtikten sonra göğsümde ağrı hissetmeye başladım. Annem ve babam canımın acımasını umursamıyorlardı. Akşamları yatağımda uzanırken tek bir şey diliyordum. Canımın yanmamasını istiyordum. Yoksa annem ve babam daha çok kızıyorlardı. Onları gerçekten çok seviyordum. Okulda ertesi gün öğretmenimiz hayalimize ait bir resim çizmemizi istedi. Diğer çocuklar arabalar, roketler ve oyuncaklar çizdiler. Ben bunları çizmedim. Bunların sevmediğimden değil. Çünkü en çok istediğim şey beni seven bir anne ve babaydı. Ben de bir aile resmi çizdim. Bir anne, bir baba ve bir çocuk. Hep beraber oyun oynuyorlardı ve çok mutluydular. Çizerken bir yandan da sessizce ağladım. Keşke beni çok seven bir annem ve babam olsaydı. Resim gösterme sırası bana geldiğinde herkes güldü. Bana gülenlere şöyle dedim: “En büyük hayalim bir ailem olması.” Kahkahalar daha da arttı. Bense ağlamaya başladım ve şunları söyledim: “Lütfen bana gülmeyin. Bu benim en büyük hayalim. Bana vurabilirsiniz, benden nefret edebilirsiniz ama yalvarıyorum gülmeyin.” “Tıpkı sizinkiler gibi bir aile istiyorum. Sarılan, gülen, okuldan alan ve beni görünce sevinen… Zayıf ve çirkin göründüğümü biliyorum. İskelet gibi parmaklarım var. Ama bana gülmeyin.” Öğretmenim gözyaşlarımı silmeye çalıştı. Bazı arkadaşlarım beni anlasa da gülmeye devam ettiler. Bir gün sınav sonuçlarımız açıklandığında düşük aldığımı gördüm. Annemin kızacağını biliyordum. Eve gitmekten korkuyorum. Ama başka nereye gidebilirdim ki? Yavaşça eve doğru yürüsem de varmak istemedim. Annem öfkelendi. Kolumdan tuttu ve yere fırlattı. O sırada bacağımı sandalyeye çarptım. Sonra kafama iki kere vurdu. Yerden kalkamadım. Annem beni orada bıraktı. Geri döndüğünde etrafı toplamamı aksi halde babam eve gelince çok kızacağını söyledi. Anneme, hiçbir şey söylememesi için yalvardım. Ama babam çoktan gelmişti. Annem babama düşük nottan bahsedince önce beni hırpaladı sonra da suratıma vurdu. Ondan sonrasını hatırlamıyorum. Hastanede uyandım. Ellerimi hareket ettiremiyordum. Pencereden dışarıya bakıp ağladım. Dışarıda aileler çocuklarıyla beraber oynuyorlar ve gülüyorlardı. Neden ağladığımı biliyor musunuz? Annemin bana sarıldığını bile hatırlamıyorum. Annem de babam da beni dövüyor. Ama yine de onları seviyorum. Elimden gelenin en iyisini yapmaya çalıştım. Okulda da çabaladım. Ama beni bir türlü sevemediler. Bir gün yere çay döktüm beni yine dövdüler. Göğsümde ağrı hissettim. Anneme söyledim ama önemsemedi. Sonra tek başıma hastaneye gittim. Beni görmeye gelmediler. Doktor, annemin ve babamın yakında geleceğini söylese de onlar hiç gelmedi. Bekledim ve bekledim… Ama kimse gelmedi. Yine de onları çok seviyorum. Ivan, iki gün sonra hayatını kaybetti. Doktor ise elindeki küçük kâğıtta şunların yazılı olduğunu gördü: “Canım annem, canım babam Çirkinim, pisim ve aptalım. Beni sevemediğiniz için çok üzgünüm. Sizi hiç kızdırmak istemedim. Anne senden tek istediğim içten bir kucaklamaydı. Baba seninle ise dışarıya çıkmak, elinden tutmak ve bana şarkı söylemeni istedim. Benden utandığınızı biliyorum. Asla istediğiniz gibi bir çocuk olamayacağım.” Ivan’ın kalbi aniden durdu...

-Alıntıdır.

adım Amy



Berbat bir barda, iyi bir şarkıcıyım.
“Öyleyse burada ne işin var?” diyorsunuz.
Siz hayatınızın nabzına yakın durmaz mısınız?
Burada pezevenkler bile biraz daha mert dışarıdakilerden.
Orospuları biraz daha kadın sokaktakilerden.
Gözleri buz gibi, buzculuk yapan çocuğun.
Annesiyle babasını gözünün önünde kesmişler.
Sigara kullanmıyor, jilet atanları anlamıyor.
Elleri tertemiz, arasıra arkamda gitar çalıyor.
Buradayım, kirlenmesin diye şarkılarım.
Adım Amy.
Hayatı kötüye kullanan bir kızım.

Kendilerini iyi göstermek için şeytanı kötü gösterenlere kızgınım.
Bana “iyi ol” demeyin, meleklerin vurulduğunu bilmiyor musunuz?
Burada herkes biraz daha bilincinde uykunun.
Yastıklar yumuşak, pencerem yıldızlara bakıyor.
Buradayım, yalan olmasın diye söylediklerim.
Adım Amy.
Hayatın kötüye kullandığı bir kızım.

Sen Beni Öpersen


sen beni öpersen belki de ben fransız olurum
şehre inerim bir sinema yağmura çalar
otomobil icad olunur, zarifoğlu ölür
dünyadaki tüm zenciler kırk yaşından büyüktür.

-senegalliler dahil değil

sen beni öpersen belki de bulvarlar iltihablanır
çağdaş coğrafyalarda üretir cesetlerini siyaset bilimi
o vakit bir sufiyi darplarla gebertebilirsin
hayat bir yanıyla güzeldir canım, sen de güzelsin

-yoksa seni rahatsız mı ettim?

sen beni öpersen belki de aşkımız pratik karşılık bulur
ne ikna edici bir intihar girişimidir şimdi göz göze gelmek
elbette ata binmek gibidir seni sevmek sevgilim
elbette gayet rasyoneldir attan atlamak

-freud diye bir şey yoktur.

sen beni öpersen belki de ben gangsterleşirim
belki de şair olurum seni de aldırırım yanıma
bilesin; göğsümde hangi yöne açmış tek gülsün
yani ya bu eller öpülür, ya sen öldürülürsün.

-haydi iç de çay koyayım.

ah muhsin ünlü

ışıkları kapatma anne


ışıkları kapatma anne
korkuyorum ben gecelerden

hayallerim karanlıkta kalmasın
üşüyorum yalnızlıktan
üzerimi ört sıkıca
sımsıkıca kucağından
biliyor musun anne
ne zaman haykırsam adını
duvarlara çarpıp tekrar geri sığınıyor kulağıma
burada özgürlük yasak anne
bir pencerem bile yok
hepsini çocukken kırmışım
uçurtmalar da yasak anne
umuda dair ne varsa hepsi hepsi
yorgunum biraz
göz yaşlarım yoruyor bedenimi
daha fazla taşıyamıyorum
düşmeleri gerek yere
boğulmam gerekiyor içinde
ağlamam gerekiyor anne
ben karanlıkta ağlayamam ki ama
ışıkları aç anne
nefes al biraz
kalpsiz yaşadığımız hapishanemizde ..

-Kays el ecer

aslında ben..

Kaldırımların karşı yönünden gelen onlarca hayat hiç yokmuşum gibi bedenimden geçiyor… Bütün cevapsız aramalardaki soğuk ses tonuna tek muhatap benmişim gibi, küçücük kasetlere sıkıştırılmış sahte mütevazılık ( Aradığınız kişiye şu an ulaşılamıyor, lütfen daha sonra tekrar deneyiniz).
Devamını getiremeyeceğim eylemlerin başlangıcından sonuna doğru. Operatörün görüşmeyi sonlandırması ( dııııt dııııt dıııııt ) otobüs garlarında unutulmuş bir çanta veya tren garında annesini kaybetmiş bir çocuk gibi…
Belki de köşeye atılmış bir oyuncak…
El attığım taksiler görmemezlikten geliyor , bunlar canımı acıtıyor ama yine de yokmuşum gibi radyoda çalan hiçbir şarkıya eşlik edemiyor ve hiçbir filmden kendime sahne seçemiyorum.
Bütün replikler benim dünyamın dışında ilerliyor ve notalar akordu bozuk keman gibi geliyor.
Bazen votka iyi geliyor. Kendimle aramda olan barış elçimi kaybettim. İlk aldığım albümün adını unuttum. Kendimi içinde bulduğum ilk kitabımdaki karakteri öldürdüm, sahipsiz bir mezara gömdüm.
Gözlerimde onlarca hayat bitiyor ve onlarcası yeniden filizleniyor.
Şu bebekler dünyanın en masum yaratıkları.
Her defasında kaçırdığım otobüsün yerine tıka basa dolu onlarca insanın terini ve kederini barındıran araçlar geliyor.
Binmek ve acılarını paylaşmak yerine yağmurda yürümeye devam ediyorum.
Saatlerce yürüyorum.
Geceleri uyumuyor ya da uyuyamıyorum, uyku ile uyanıklık arasındaki o ince çizgide yarattığım seslerle kavga ediyorum. Sigara içiyorum, hiçbir dalı ilk heyecanı vermiyor, ilk doğum anında heyecanlanan babanın giderek heyecanını yitirmesi gibi…
Hiç kimseye üzülemiyor ve hiç kimse için mutlu olamıyorum.
Hiçbir doğum günümü hatırlamıyor, en son ne zaman içten güldüm bilemiyorum.
Günlerce aynaya bakmadan sokağa çıkıyorum, başım önümde ve sokağın nefesini dinleyerek yürüyorum…
Saatlerce yürüyorum…
Hatalarımın yaşattığı tedirginliği üstümden atalı çok oldu. “Huzursuzluğumu alabilecek kadar büyük bir kent yok henüz haritalarda. Başka insanlara yüklemeye çalıştıysam da başarılı olamadım. Ya onlar öldü ya da ben dirilemedim.”
(Camel)
“Tek vaat edebildiğim ise huzur ile kokteyl yapılmış bir bardak votka…”
Aslında ben geleceğe dair hiçbir planı eyleme dökemeyecek kadar isteksiz bir insanım. Zihninizde ve hayatınızda istenmeyen olaylara sebebiyet verdiğim için özür dilerim.


-Alıntıdır

Korku Hikayeleri-1

Oyuncak Bebek

     

Güney Illinois'in kırsal kesimlerinde bir oyuncak firması, bebek bekleyen anne adayları için son derece gerçekçi sesler çıkaran oyuncak bebekler üretmeye başladı. Fakat anlatılanlara göre anne adayları doğum yaptıktan sonra oyuncak bebekler sürekli ağlıyordu. Normalde oyuncak bebeğin ağlama sesini sallayarak susturmak mümkünken doğumdan sonra oyuncakları susturmak için sertçe sarsmak ve vurmak gerekmeye başladı. Gün geçtikçe oyuncakları susturmak için ihtiyaç duyulan şiddet arttı. Sonunda oyuncak bebekler susturulamaz hâle gelince ebeveynler gürültüden kurtulabilmek için oyuncağın kafasındaki mekanizmayı parçalayabilmek umuduyla oyuncakları duvardan duvara vurmak zorunda kaldı.

Pek çok vakada anlatılanlara göre bu olaylar karşısında komşular, çocuk istismarı ihbarında bulunmak üzere polisi aradılar. Polisler olay yerine geldiklerinde kan sıçramış duvarlarda ve yerlerde bebeklere ait organ parçaları buldu. Annelerse polislerin neden geldiğine anlam veremiyorlar ve tek yaptıklarının aptal oyuncakları susturmak için duvara vurmak olduğunu söylüyorlardı; bir yandan da kucaklarındaki bebek şekli verilmiş boş kundağı pışpışlıyorlardı...

kaynak: creepypasta

Panşehir



''yaşlıydı adam ve dedi ki; ölüyorum..
 ciğerlerim bitik.
 ağzımda duran sigaraya bakma,
 çakmağı bulamıyorum..
 ihtiyarlık işte,
 ve unutkanlık..

 öyle dedim,
 anlatma ihtiyar,
 yabancı değilsin seni tanıyorum.
 ben ne zaman aynaya baksam,
 ara sıra seni görüyorum...''


G.İNESİ

Obsesif Kompulsif Bozukluğu Olan Birisi Aşık Olursa

Galiba Kaybediyoruz Abi

'' dedim ama inandıramadım. Güzel şeyler oluyordur mutlaka mümkün şeyler bunlar fakat biz güzelliklerin arasında bile kaybediyoruz abi diyorum. cümlelerim biter bitmez bir yumruk iniveriyor suratımın ortasına.
abi diyorum, ne gerek var bu kadar hiddetli olmaya?
kelimelerin yeterince şiddetliydi zaten..
sonra film başa sardı.
Galiba kaybediyoruz abi..
ve
güm..
kanayan sadece yüzüm değil.. // ''


*Alıntıdır*

sen gittin ve herkes ölmeye başladı


önce saniye teyze öldü sonra dedem sonra babaannem sonra yengem sonra eniştem. sonra eniştemin ölüm haberini bana veren bakkalı bıçakladılar eniştemin yedisinin okunduğu akşam. sonra sedat amca öldü sonra babam sonra öbür dedem bir de büyük deprem. otuzuma basmadan otuz tabut kaldırdım musalladan. babamdan öncekileri babamla beraber kaldırdık. ama ilk ölen hep babammış gibi geldi bana yıllarca. sanki oydu bu ahret furyasını başlatan. öyle değilmiş yeni anladım.

sen gittin ve herkes ölmeye başladı

zaten kim tam anlamıyla sağ kaldığını iddia edebilir ki bu kadar mevtanın ardından kim biraz zombileşmek istemez. daha kırılgan daha dikenli ve daha fukuyamacı olmaz. dedem ziraat mühendisiydi ama pek çok doktordan daha ilginç tıbbi hatıraları oldu.

sen gittin ve herkes ölmeye başladı

yalnızlıktan kudurmuş bir çocuğun arabaların kaportasını anahtarla çizmesi gibi ruhumun kemirilişi de hep sinsiceydi. buna rağmen ansızın berraklaştığı oluyor bulanık günlerin hâlâ soğuk biralar oluyor güzel kızlar oluyor. yağmurdan sonra saçlarını havluyla kurulaman gibi olmuyor tabii o kalibrede sevda görmedim. öptüm ama içime çekmedim.

sen gittin ve herkes ölmeye başladı

şimdi dilediğim sayfadan başlayabileceğim bir kitap öner bana. başsız sonsuz ve ortasız bir hikâye öner. bir üstat öner dergi kurmuş olmasın. ne çok utandık mazideki yaralardan her adımda ele geçirilme korkusundan. ismet özel mi metin altıok mu yoksa hiç mi ortak arkadaşımız kalmadı.

sen gittin ve herkes ölmeye başladı

elinden bir şey gelmemenin acısını iniş takımları olmayan melekler bilir. bir arabanın farlarına kilitlenip kalmış sincaplar bilir. suyun dibine ağır ağır çöken taşlar bilir. matkapla göğsünün ortasına açılmış bir pencere düşün. perdeyi aralayıp kendi yarandan bakıyorsun dünyaya. eskisi gibi acımıyor ve de asıl bu acıtıyor.

sen gittin ve herkes ölmeye başladı

love story tadında başlayan bir filmi potemkin zırhlısına çevirmeye ne hakkın var. çok şükür yaşıyoruz çok şükür yazıyoruz diyorum ama niye anlatıyorum bunları. belleğin unutuşa karşı mücadelesi mi sadece. ne münasebet bu benim senkronize yalnızlığım.

sen gittin ve herkes ölmeye başladı

birleşince kısa devre yapan parmak uçlarımız öldü önce. sonra yeşil öldü benim için sonra kahverengi. sonra ilk öpüştüğümüz yeri kalbinden bıçakladılar. on iki yıl geçti susmak ne kısaymış. sen böyle ne güzel sonsuza kadar susalım diyorsun. sonsuzluk bir gün herkesle konuşur sevgilim bunu da biliyorsun.

sen gittin ve herkes ölmeye başladı


Emrah Serbes \ HİKAYEM PARAMPARÇA

Oğuz Atay'ın Ölmsüz Eseri TUTUNAMAYANLAR'dan Alıntılar


tutunamayanlar ile ilgili görsel sonucu

''Çok şey vardı anlatılacak, O yüzden sustum. Birini söylesem diğeri yarım kalacaktı, Sen duydun mu sustuklarımı?''


"Hayatta silgim hep kalemimden önce bitti. Çünkü kendi doğrularımı yazacağım yere, tuttum başkalarının yanlışlarını sildim. Beklenen hep geç geliyor; geldiği zaman da insan başka yerlerde oluyor. Kimseye göstermem üzüntümü. Gündüz gülerim, geceleri yalnız ağlarım.”


''Kötü bir resim asarım korkusuyla hiç resim asmadım; kötü yaşarım korkusuyla hiç yaşamadım.''


''Başkalarına söyleyecek bir sözüm olabilmesi için önce kendime söz geçirmem gerektiğine inanıyorum.''


"Yeni sözler, yeni yaşantılar bulacağımı sanıyordum. Bu acılar, yüreğimi paslandırmış oysa. Sevmek zor geliyor. Alışmamışım yoruluyorum. Her an sevdiğimi düşünemiyorum. Bazen atlıyorum. Boşluklar oluyor. Bunları boş sözlerle doldurmaya çalışıyorum. Oysa ben her an sana bakmak, bir sözünü kaçırmamak; bir kıpırdanışını, yüzünün her an değişen bütün gölgelerini izlemek, her an yeni sözler bulup söylemek istiyorum. Her mevsimde, her gittiğimiz yerde, insanlarla ve insanlarsız, aşkın değişen yansımalarını görmek istiyorum. Bütün bunlar beni yoruyor. Sen orada duruyorsun ve beni seyrediyorsun sadece. Senin için sevmek su içmek kadar rahat bir eylem. Ben, her an uyanık olmalıyım."


"İnsanlar! Neden kaybolup gitmeme seyirci kalıyorsunuz? Benden ne kötülük gördünüz? İnsanlar, duygusuz bir telaşla kaçışıyordu. Çok zayıfladım insanlar! Belki de kaçmak istediğim bir işe farkına varmadan sürüklüyorsunuz beni. Oysa ne kadar korkuyordum beni tutmanızdan. Ne kadar tutucu görünüyordunuz. Ne hileleriniz vardı. Ne kadar zayıf bağlarla bir arada tutuyormuşsunuz toplumu. Benim ayrılmama seyirci kalmanız ne kadar dehşet verici. Sonra, durum artık saklanamayacak bir şiddet kazanınca, şaşırmış görüneceksiniz. Sahte bir şaşkınlık göstereceksiniz. Sizi hesaba katıp yola çıkanları büyük hayal kırıklığına uğratıyorsunuz. Ne diyeyim? Siz beni tanımıyorsanız, ben de sizi hiç bilmiyorum. Buna da üzülmüyorsunuz. Daha beter olun!"

“Kelimenin bittiği yerde başladı; kelime söylenemeden önce başladı.. Kelimeler, yalnızlığı unutturdu ve yalnızlık, kelimeyle birlikte yaşadı insanın içinde.. Kelimeler, yalnızlığı anlattı ve yalnızlığın içinde eriyip kayboldu.. Yalnız kelimeler acıyı dindirdi ve kelimeler insanın aklına geldikçe, yalnızlık büyüdü, dayanılmaz oldu.”


''Korkuyoruz. Düşünmekten ve sevmekten korkuyoruz. İnsan olmaktan korkuyoruz.''


''Hayatım ciddiye alınmasını istediğim bir oyundu.''


''Ne istiyorlardı senden Selim? Belki sen çok şey istiyordun onlardan. Verdiğinin hiç olmazsa küçük bir parçası kadar birşeyler istiyordun. Sonunda kaçıyorlardı.””Hayır, sen kaçıyordun. Hayır kaçmıyordun: insana ihtiyacın vardı. İnsanı arıyordun canım kardeşim. Bunda utanacak ne vardı?''


Teşekkürler Dünya

"Bu arada; hiç başımızdan eksik olmayan gökyüzüne, günün karanlık saatlerine, ara sıra kopsa da fırtınalara, bir gün boğulacağımız denizlere, eski günlere, neler olacağını bilmesek de geleceğe, kötülüklerle dolu olsa bile tarihe, tarihin akışını düze çıkarmaya çalışan tüm güzel yüzlü çocuklara, Donkişotlar 'a, ateş hırsızlarına, Ernesto "Çe" Guevara'ya, yollara-yolculuklara, sevgililere, sevişmelere, sadece düşleyebildiğimiz olamamazlıklara, üşürken ısınmalara, her şeyden sıcak annelere, babalara ve tadını bütün bunlardan alan şarkılara kendi sıcaklığımızı gönderiyoruz. Kötü şeyler gördük. Savaşlar, katliamlar, ölen-öldürülen çocuklar gördük. Kendi dilini, kendi kültürünü, kendisini kaybeden insanlar, topluluklar gördük. Yanan köyler, kentler, ormanlar, hayvanlar gördük. Yoksul insanlar, ağlayan anneler, babalar, her gün bile bile sokaklarda ölüme koşan tinerci çocuklar gördük. Biz de öldük. Ama her şeye rağmen bu yeryüzünde şarkılar söyledik. Teşekkürler dünya." 


-Kazım Koyuncu

Akıl Hastanesi



Akıl hastanesinin bahçesinde sigara içiyordum. Merakımdan sanırım, bir şekilde orada buldum kendimi. Kendi halinde, oldukça normal davranan, yüz çizgilerinden kırklarında olduğunu düşündüğüm bir adamla göz göze geldik. Ben bir kaç kafamı çevirsem de, o gözlerini üzerimden hiç çekmedi. Kıyafetlerinden anladığım kadarıyla misafirdi orada, hasta demeye dilim varmıyor şimdi.
Önce biraz çekindim, sonra cesaretimi toplayıp küçük adımlarla yaklaştım yanına.
"Sigara versene" dedi hemen.
Sigarayı uzatırken "neden buradasınız?" demiş bulundum.
Sigarasını yaktı, tekrar gözlerini dikti üzerime. Kırpmıyordu bile, ürkmedim desem yalan olur. "İyi günler" dileyerek uzaklaşmaya karar verdim. "Belki de yanlış bir soru sormuşumdur. Belki canını sıkmışımdır ya da ne bileyim amına koyayım adam deli işte!" diye geçirdim içimden.
"Sen neden burada değilsin?" diye bağırdı arkamdan. Öyle bir bağırdı ki, arkamı dönmeye korktum. Cinnetle bağırır gibi..
Döndüm yüzümü, olduğum yerde, yaklaşmadan baktım yüzüne.
Bu sefer sesini daha da yükselterek, tekrarladı;
"Sen neden burada değilsin?
Onca sahtekarın, onca vicdansızın, onca ihanetin içinde durabilmeyi nasıl başarıyorsun ? Çocukların vurulduğu, çiçeklerin koparıldığı, sevgilerin harcandığı, umudun tükendiği, renksiz, yapay bir dünya var dışarıda. Uyuşmadan uyum sağlayamadığım, gürültüsünden uyuyamadığım. Kirli, kibirli, kaba bir dünya var. Çıkarları uğruna seni çakıyla son model bir arabayı çizer gibi çizecek binlerce insan var. Kanını emecek bir sürü vampir. Sana kullanılıp, köşeye atılmış pis bir mendil gibi hissetirecek bir sürü katil.
Sen neden burada değilsin?"
-
-Nursen Yıldırım \ ULAN kitabından.

Bir Eşcinselin İntihar Mektubu






''

Saat 3.43

Uyku tutmadı. Uyuyamıyorum. İnsanlar ne zaman öleceklerini bilmedikleri için rahat rahat uyuyabiliyorlar. Ben uyuyamıyorum. Öleceğimi günü bildiğim için değil, ben zaten hergün ölüyorum.


Saat 3.49

Nedenini hiç bilemedim. Önceden çok merak ederdim: neden böyleyim? diye. Sonra bıraktım merak edip hayatı anlamsızlastırmayı. Anı yaşamaya karar verdim. Olmadı, onu da yapamadım. Bir erkeğin bir başka erkeği sevebilmesini kimse anlamadı çünkü kimse anlatmak istemedi. Çok istedim, çok kez denedim ama olmadı, ben de anlatamadım ki zaten bür süre sonra ben de pes ettim. Olmuyordu.


Saat 4.01

Normalde hemen pes eden biri değilimdir. Bu arada söylemek zorundayım: dün kabataş’ta içtiğim çay çok güzeldi. Şuan kafamda, milyon adet düşünce var.


Saat 4.11

Sessizlik ilk defa manidar. Çalışma masamda annemin resmi var. Kimseye borçlu gitmek istemem. Çekmecede kime ne kadar vermem gerektiği yazıyor. Sadece markete 25 kuruş borcum var. Geçen süt almıştım sokak kedileri için, bozuk kalmamıştı. Mutlaka verin parasını, bırakıyorum buraya. Bir çok kişiden alacağım varmış. İsimlerini yazmıyorum. Hepsine helal olsun. Borçluluk hissederlerse bana karşı, sokak kedilerine süt alsınlar yeter.


Saat 4.19

Ölmekten korkmuyorum sadece sevdiklerimi üzeceğim için üzülüyorum. Özellikle de annemi. Bir annenin evladını yitirmesi galiba dünyanın en acı şeyidir. Anneler dünyanın her yerinde aynı şekilde ağlarlar. Doguda veya batıda, hiç fark etmez nerede oldugu, hangi dilde, hangi dinde olduğu. Evlat acısı evlat acısıdır.

Özür diliyorum.


Saat 4.27

Kafam biraz dumanlı.


Saat 4.39

Ey insanlar size sesleniyorum. Benim sizden hiçbir farkım yok, olmadı da, olmazdı da. Sadece zevklerimiz farklı hepsi bu. Ben sizin zevklerinizi sorgulamadım, sizler neden benim dünyamı sorgularsınız. Sadece benim değil, benim gibi olan herkesin.


Erkekliğine toz kondurmayanlar, size sesleniyorum.


Ben o kadar erkeğim ki adam gibi adamım hem de! Arkasından vurmadım kimseyi, art niyetli olmadım hiç, kimseyle alay etmedim. Adam gibi adamdım hep. Hiçbir zaman yanlış yola sapmadım, kimsenin namusuna göz dikmedim.


Kendi halimde bir insandım. Vatanıma milletime toplumuma hep iyi oldum. Kalıcı olan şeylerle uğraştım. Ben adamlık naraları atanlardan hep daha fazla adam oldum.


Rakı içtim. Erkeksi görünmek için değil. Sevdiğim için. Sakalım hep vardı. Erkeksi görünmek için değil, erkek olduğum için.


Beni anlamayan dostlarım, size söylüyorum: ben sizleri hep anladım. Beni en iyi anlayanınız bile yanlış anlıyordu. Ben sizi hep anladım. Hepiniz sıkıntılı anlarınızda beni bulurdunuz. Ben sıkıntılı anlarımda hep yalnızdım. Hani Mevlana diyor ya: Yalnızlığım, yanımada hiç kimse olmamasından değildir, beni anlayan birinin olmamasındandır, diye. Benimki de aynı hesap işte. Ama sizlere kızmıyorum. Dünyaya faklı noktalardan bakıyorduık. Ben sadece biraz daha geniş bakıyordum. Siz pencereden, ben ve benim gibiler ise terastan bakar hayata. Ben sizi binlerce kez davet ettim terasa. Olmadı. Fazla geldi size. Ama sorun değil. Hiç değil hem de. Lütfen kimse kendine kızmasın.


Saat 5.01

Erkek erkeği sevebilir.


Saat 5.11

Gölgeler arasında yaşamaktan sıkıldım. Anne sana yalan söylediğim için kendimi hep suçlu hissettim. Aynı şekilde babacım sana da öyle. Kapadokya’ya gittim, Midyat’a gittim, oraya gittim buraya gittim. Kimle gittiğimi sordunuz hep. Arkadaşla deyip durdum ben de. Ama hep benim fotoğraflarımı gördünüz. Arkadaşımla olan fotoğraflarımı hiç görmediniz.


Arkadaşım değildi O, sevgilimdi.


Bütün resimleri bilgisayardımda şifreli bir klasörün içinde gizli bir klasörün içindeki bir başka şifreli klasördeydi. Bilgisayarımın da şifresi vardı. Telefonumunda. Hayatımdaki her şeyin bir kilidi vardı. Bıktım.


Ha bir tek fotoğrafı vardı elle tutulan, o da hep benimleydi zaten. Cüzdanımdaydı. Şimdi masamın üstünde, bana gülümsüyor. Trabzon’da çekmiştim bu fotoğrafı. Bilgisarımdaki bütün resimleri, evrakları vs. hepsini sildim. Hatta hard diski çıkarıp parçaladım. O’na zarar vermenizi istemem. Diğer resmi de birazdan yakacağım zaten.


Saat 5.25

İki gündür telefonlarım kapalı. İki gündür evdeyim. İki gündür ne yapıyorum ben Allah aşkına? Canım şu an ne yapmak istiyor bilmiyorum. Acı bir kahve iyi giderdi ama rakı daha güzel gidiyor şimdilik.


Saat 5.37

İnsanlar eşcinsellere farklı bir gözle bakıyorlar. Anlamıyorum. Eşcinsel ile ibne aynı şey değil ki kardeşim. Öyle olsa bütün kadınlar da oruspu olurlardı, değil mi? Canımı sıkıyor bu şekilde düşünen insanların düşüncesizliği.


Ben sadece birini sevdim, sadece bir kişi. Benim hayatım sizinkinden farksız. Sadece benim hayatım değil, bütün eşcinseller için durum böyle. İbne dediğiniz şey, sizin yarattıgınız bir şey. Anlamadım gitti. Neyse sorun değil.


Saat 5.51

Aslında çok daha derin bir mektup yazabilirim. Hepiniz ömrünüzün sonuna kadar ağlar durursunuz. Benim amacım bu değil. Kızgın olduğum o kadar çok insan ve o kadar çok şey var ki, ama ben yazmıyorum, gerek yok. Ben kimseye hesap sormam ki. Sordum mu? Sormadım.


Saat 6.13

Hüseyin, canım dostum. Oğlun olacakmış. Şimdiden söylüyorum: inşallah hayırlı bir evlat olur. Senden ricam, adını Umut koy. Bak vasiyet felan değil ha bu, sadece rica. Adı Umut olsun. Dünyadaki en güzel kelime.


Umut.


Ben çok umutluyum. Bir çok şey düzelecektir. Ben gidiyorum ama umudumu kaybettiğim için değil, sadece canım sıkıldığı için. Bu çok saçma. Bence şu an rakının etkisi ile ne yazdığımı bilmiyorum. Bu arada yazım amma da güzelmiş bea! Sevdim. Daha önce hiç bu kadar güzel yazmamıştım. Rakının bu kadar işe yarayan bir şey olduğunu bilmiyordum. Enteresan valla.


Saat 6.31

Uykum geldi ya da zamanı geldi bir şeylerin.

Herkese ve her şeye sonsuz teşekkürler. Kimseye kırgın değilim, ama bir şartla: diğer eşcinsellere de böyle davranırsanız eğer, hakkımı helal etmem haberiniz olsun.

Hep güldüm, hep güldürdüm. Ağlamanızı istemiyorum ya da ne yapmak istiyorsanız onu yapın, ağlar mısınız zırlar mısınız umrumda değil. Zaten ağlarsa anam ağlar gerisi yalan ağlar… Bilirim bir de O ağlar…


Anne beni affet diyeceğim ama desem ne yazar demesem ne yazar. Ben yasak olan her şeyi yaşamış ve en yasak şekilde ölüyorum işte. Yaratmadığım bir canı alıyorum. Ne büyük bir gaflet. Ama sorun değil, hem de hiç sorun değil.

Hepinize sonsuz sevgiler.

Bırakın güneş herkes için doğsun.

Oğlunuz, kardeşiniz, dostunuz…

Sevgilin.


5 yıl sonra buldum bu mektubu. Okuyup okuyup güldüm. Neler neler yazmışım ben öyle. En depresif halimde bile hayat doluymuşum. Zaten belliymiş hiç bir zaman canıma kıyamayacağım. Deli miyim ben? Her şeyin her zaman bi çaresi vardır. Biraz sabret yeter.


Tahminimce hemen hemen her insan evladı hayatında en az bir defa bir şeyler karalamak istemiştir buna benzer, yani intihar mektubuna benzer…


Bazıları bu yanılgıyı gerçekleştirme gafletine düşerler. Asla bu hatayı yapmamalı insan. Neden onca şeyden vaz geçsin ki insan.


Rakı içmek varken, sevdiğine sarılmak varken, anneni görmek varken, sinemaya gitmek varken, sevişmek varken, istiklal caddesi varken, yüzmek varken, maç izlemek varken, dondurma yemek varken, yürümek nefes almak varken… Her şeyi geçtim, gülmek varken, umut varken neden kendinden vaz geçsin ki insan…


Bu arada çocuğun adını Umut koydular ama ben söylediğim için değil, harbiden de Umut koyacaklarmış zaten.


Umudunuz eksik olmasın, kendinizden asla vaz geçmeyin…

Bırakın güneş herkes için doğsun, gerekirse savaşın ama pes etmeyin.

Şarkılar herkes için. Tüm güzellikler hak edenlerin olsun.

Kardeşiniz, abiniz, arkadaşınız…

Yoldaşınız,

''

-Alıntıdır